İnsan 2025 yılına geldiğimize inanamıyor! En son 2000 yılına geldiğimizde kaç yaşında olacağımızı hesaplamıyor muyduk? 2000 doğumlular hariç tabi. O yılların üzerine bir 25 yıl daha koymuşuz. Bir çeyrek yüzyıl, bir ömrün üçte biri! Yıllar su gibi akıp giderken bense 1990’lı yılların İstanbul’una geldim. Yani Malta adasına. Ne demek istiyor bu kız dediğinizi duyar gibiyim. Açıklayacağım…
Malta sokaklarında yürüyorum. Ocak ayı olmasına rağmen güneş tepede, kısa kollular üzerine atılmış hafif bir ceket, hatta daha cesaretlilerde askılı tişörtlerden görünen beyaz omuzlar ile, hava 17-18 derecelerde. Yazın mutluluk verici hissi bu adayı asla bırakmıyor. Yazları çok sıcak ama kış ayları da eylül ya da nisan havasında geçiyor diyebiliriz. İnsanın burada depresyona girmesi, kaygılara kapılması neredeyse imkânsız. Bu yüzdendir diyemem ama son yıllarda Malta’daki Türk nüfusu da 10 bine varmış durumda. Zaten adanın kendi nüfusu 550 bin iken 10 bin kişi demek, sahilde bir yürüyüş yapayım dediğinizde birçok Türkçe ses duymanız anlamına geliyor. Devletin Avrupa Birliği oturma izinleri ve vatandaşlık hakkında yarattığı kolaylık nedeniyle yıllar içinde Malta, başta Türkiye olmak üzere birçok Non-EU ülkesinden göç almış durumda. Artık bu kolaylıkları kısıtlamışlar ama ülkeye olan olmuş. Yani göçler sebebiyle ülkenin çehresi değişeli çok olmuş.
Ne demek ülkenin çehresinin değişmesi? Aslında yıllara direnmenin mümkün olmadığı dünyamızda her ülkenin yaşadığı gerçeklik. Gerek göçler gerek teknoloji gerek mimari değişim gerekse jenerasyonun değişmesi ile ülkelerin yüzleri de her daim değişiyor. O yüzden de bizler ‘Ah nerede kaldı o eski İstanbul’ cümlesini kurarken, Maltalılar da ‘Buralar bizim eski küçük adamız değil artık’ cümlesini kuruyorlar. İşin ironik yanı, Malta’nın yeni yüzünün İstanbul’un 1990 hatta 80’li yıllarına çok benzemiş olması.
Yazının başında da belirttiğim gibi Malta adası, 90’ların İstanbul’u gibi kalabalıkların az, sosyal etkinliklerin çok olduğu, kocaman gökdelenler, her tarafında yürüyen merdivenler olan AVM’ler içinde boğulmadığımız, sonradan doldurulmuş beton yığını geniş kaldırımlarla denizden uzaklaştırılmadığımız, bunun yerine sahillerde yürüdüğümüz ve insanların kaba ve saygısız değil, sıcak ve samimi olduğu İstanbul’umuza benziyor. Sabah koşuya çıkabiliyorsunuz, şehrin istediğiniz yerinden cup diye denize atlayabiliyorsunuz. Bir Avrupa ülkesi gibi temiz sokaklara sahip değil, mimarisini de biraz bozmuşlar ama bu açıdan da İstanbul’u aratmıyor zaten. Yani iyisiyle kötüsüyle Malta, Türklerin yaşamak için yabancılık çekecekleri bir ülke değil.
Ancak buna rağmen yaşaması kolay mı? Tabi ki değil. Kendi ülken olmayan hiçbir ülkede yaşamak kolay değildir, bunu aklımızın bir köşesine kazıyalım. Bir kere bir Avrupa Birliği ülkesi ancak asgari ücret 900 euro iken ortalama ev kiraları bin eurodan başlıyor. Turizm, konaklama, bilgi teknolojileri ve özellikle iGaming sektörleri Malta’da öne çıkıyor. Buralardan oturma izni için ev alan yabancılar yüzünden ev fiyatları da uçmuş, Maltalılar bile ev satın alamaz duruma gelmiş. Malta’da ev fiyatları İstanbul ile yarışır durumda.
Peki bütün bunları bir kenara bırakıp konumuza dönersek, Malta’nın gastronomik dünyasına el atmamız gerekir. Malta mutfağı, Maltalılar ve adayı yüzyıllar boyunca işgal eden birçok medeniyet arasındaki kültürel değişimin bir sonucu ile oluşmuştur diyebiliriz. Bu lezzet birliktelikleri, Malta mutfağının Akdeniz mutfağının eklektik bir karışımı olmasını sağlamış. Maltaca dilinin biraz Arapça kokması gibi, mutfağı da bir yandan Kuzey Afrika esintileri taşırken bir yandan da Sicilya’ya yakınlığı ile İtalyan esintileri barındırmakta.
Geleneksel Malta yemekleri mevsimlere göre değişiyor. Lampuki Pie yani Lambuka’dan yapılmış balık böreği, Stuffat tal-Fenek yani Malta’nın ulusal yemeği olan tavşan yahnisi, Bragioli (soslu bir kıyma dolgulu dana), Kapunata (Sicilya’ya ait patlıcanlı ratatuy Caponata’nın Malta’lısı) ve Gbejniet isimli keçi peyniri en çok konuşulan geleneksel yemekler arasında.
Balık bol olduğunda Alijotta isimli bir balık çorbası yapıyorlar. Mevsime göre spnotta (levrek-İtalyancası Spinola), Cerna (Orfoz-İtalyancası Cernia), Trill (Barbun-İtalyancası Triglia), Dentici (Çipura-İtalyancası Dentice) olan balıklarla yapılıyor yani Sicilya ile Malta arasındaki sularda yakalanan balıklarla. İsimlerden de anlayacağınız gibi İtalyancadan ne çok etkilenilmiş değil mi? Öyle ki, tatlılarda da Sicilya’nın en bilinen tatlısı Cannoli, burada Kannoli ismiyle karşımıza çıkıyor.
Çoğu yerde masanızda sarımsak, kırmızı biber ve Malta baklası denen Ful ta Girba’dan yapılan ezme Bigilla’yı görürsünüz. Bir de buraların en meşhur çöreği: Pastizzi!
Pastizzi: Beş yüzyıllık çörek
Aslında ucuz bir sokak çöreği gibi görünüyor ama değil. Fast-food yani hızlıca yenen bir çörek desek, o da değil çünkü iç dolgusunun pişmesi ve hamurunun dinlenmesi saatler sürüyor. Bu yüzden Maltalılar, ucuza satılan bu küçük çöreğin hakkının verilmediğini düşünüyorlar.
İlk olarak 16. yüzyıldaki kayıtlarda ortaya çıkıyor Pastizzi ismi. O yüzyıllarda zengin yiyeceği olduğu söyleniyor. 1595 yılında Gio Matteo Stagno isimli yerel bir sanatçının yine
İtalyancadan gelme “Pasticci di carne” (etli çörek) yediğinin kayıtlara geçmesi ile anlıyoruz ki günümüzde halen elle yapılan Pastizzi, şekli şemaili ve çıtır milföy hamurlu dış dokusu sebebiyle biraz Napoliten Sfogliatelle’ye benziyor. Tek farkı daha büyük olması ve tatlı
olmaması. Ricotta peyniri, körili bezelye ve tavşan eti ile dolduruluyor. 20. yüzyılın yarısına dek evlerde fırın olmadığından sadece bayramlarda fırınlara götürülüp pişirilirmiş. Hamuru sıcağa dayanıklı olmadığından o yıllarda nem ve sıcaklığın sabit tutulduğu yer altı fırınlarında yapılırmış. O dönem Vittoriosa’da pastizzi yapmaya başlayan bir pastacının eşi gizemli bir şekilde aniden ölünce kilise sebebin bu masum çörekçik olduğuna hüküm vermiş ve Pastizzi 17. yüzyıl ortalarına dek yasaklanmış. Daha sonra Dominik rahipleri tarafından yeniden menülere eklenmiş ve Pastizzi’nin hayatı kurtulmuş. Belki de yasaklı kalsaydı, bu lezzet günümüze kadar gelemeyecekti.
Bir gün siz de Malta’nın hırçın dalgalarını seyretmeye, Valletta’da tarihi bir yürüyüşe çıkmaya ve bir Pastizzi’yi ağza atmaya Malta’ya gelirsiniz diye umuyorum. Burada gördüğünüz tüm fotoğraflar da dünyaca ünlü Malta’lı fotoğrafçı Kurt Arrigo’ya ait.
Herkese musmutlu hafta sonları.
Kaynak: T24 (Deniz Kurt)