Hiç kimse hayatına tesadüfen girmez.
Hayatındaki herkes senin bir yönünü yansıtır.
Diğerinde bir yansıman olarak gördüğün o yönün senin kurtuluşun için var. Beni gör, kabul et ve kurtul diye yansıyor, peki sen napıyorsun?
Korkup kaçıyor ve ısrarla o yönünü görmezden gelip yok mu sayıyorsun?
Unutma ki en çok nefret ettiğin ve yargıladığın şeye zamanla dönüşürsün. Bu yüzden yaşamın sen isyan ettikçe, öfkelendikçe içinden çıkılmaz hale geliyor. Neyi merak ettiğine, yargıladığına ve neden nefret ettiğine dikkat et. Hayatına giren hiç kimse, yaşadığın hiçbir olay ve korkuların gereksiz ve anlamsız değildi. Korkunun olmadığı yerde zafer vardır. Bu korkusuzluktan kahramanlar oluşur. Yaşadığın bu olayların hepsi bilinçlenmen ve aklını kullanman içindi. Niye benim başıma geliyor dediğin olayların şiddeti ve büyüklüğü o kadar çoksa bil ki o hız ve güçte bilinçaltının oyunlarına gelip aklını kullanmadığın sürece acı çekmeye devam edersin. Sen bu olayı kabul ettiğinde aynı zamanda yaşama dair direncin bitecek ve kendinle aranda müthiş bir sevgi seli oluşacak. İşte ancak o zaman kendini bu dünyaya ait hissedebileceksin. İtiraz etmeden, direnmeden teslim olmanın muhteşemliğini, bunun gücünü hissedebiliyor musun?
Teslim olduğunda sadece şimdide yaşarsın. Şimdinin gücünde gerçekçi olmayan geçmiş ve geleceğe dair düşünceler dolayısıyla duygular da olmayacağı için hislerinin sana fısıldadıklarını net bir şekilde duyabileceksin. Mucizeler sadece almaya hazır olanlara gönderilir. Evren boşluk sever. Korkularınla, nefretinle, yargıladıklarınla, kalıplarınla doldurduğun anlarını görmez evren, seni onlarla başbaşa bırakır ve çıkış yolu bulmanı bekler. O boşluğu bekler, bulup sana fısıldamak ister mucizelerini.
Mucizelere inanmak yerine inançlarının çoğu sana acı şeklinde programlandıysa bu inançlar hayallerinle senin aranda kocaman duvarlar örerek seni bloke ederler. Onları dönüştürmenin ilk yolu daha güçlü duygularla onları boşaltmaktır. Müzik duyguları harekete geçiren en hızlı ve güçlü aractır çünkü anılar müziği sever, sözcüklerin ulaşamadığı yerlere dokunabilir. Gözlerimizle göremediğimiz şeylerin içinde bazen hayat bulabiliriz.
Bu dünyaya iki temel soruyla geldin; kim olduğunu ve dunyanın nasıl bir yer olduğunu sorgulayacaksın.
Ve evini arayacaksın.
Temel sorularla ilgili biraz fikir ve his sahibi olsam da ben de evimi arayanlardanım hala. Bir yer miydi burası, biri miydi yoksa sadece ben mi, ya da hepsi miydi? Ya da daha cevap için doğru soruyu sormuyor muydum, o yüzden cevap da gelmiyor muydu? Ama bu yolda karşıma çıkan sorgusuna girmediğim cevaplara ulaşmaya değmez miydi?
Geçenlerde yine Valletta’daki sevdigim o cosy kafede aynı sorguya giren ve yıllardır tanıyormuşum gibi hissettigim biri ile ‘evim neresi?’ sorgusuna girmek geçmişteki beni elimden tutup yine basladığım noktaya getirmişti. Geçmişteki benle bugünün benini tekrar buluşturduğu için kalbimin en derin yerine dokunmuştu. O nokta etrafındaydı hayatım, bazen unutuyordum hayatın koşuşturmasında ama içimde bir yer hep bir yolunu bulup bu sorgumla karsılaştırıyordu beni. O sıcak, heyecanlı ve stresli Valletta akşamında zaman, mekan, kişiler yok olmuştu; bir zaman tünelinin içine girip dünyevi ne varsa arkada bırakmanın huzurunu yaşamıştım. İnsanın kendiyle karşılaştığı şölen gibiydi. Yazının başındaki gibi; hiç kimse hayatımıza tesadüfen girmiyordu ve bunu bilinçsizce farketmiş olmak sıcacık hissettirmişti beni.
Jehan Barbur’un Evim Neresi albümündeki gibi;
Seçemediğim bir bedenin yabancısıyım; kabulümdür.
Onu ihya etmeden buradan gitmemektir dileğim.
Yeryüzünden öte yoktur başka bildiğim ama çoktur anımsadığım.
Bu ruha aşinayım; zulmümdür.
Onu ehlileştirmeden yok olmamaktır hayalim.
İlişkili diğer konu da zihninin cok derinlerinde hayatta kalmaya programlandın ve tüm yaşamın boyunca hayatta kalmak için mücadele vereceksin. Sen çok güvenilir olan anne karnından hiç bilmediğin tanımadığın insanlarin olduğu bu dünyaya çığlık çığlığa korkularınla geldin. İlk tesellin anne memen oldu, ondan ayrıldığın andan itibaren ise hep bu tamamlanma arzusuyla annendeki sıcaklığı, güveni ve aitlik duygusunu aramaya başladın, belki de evimizi bilmek istememizin en temel sebebi buydu, en derinimizdeki bu hisse ve duygulara yaklaşmak. Aradığın o çok büyük başarılarda, bir çok davranışının ardında yatan duygu bu tamamlanma duygusuydu.
Tamamlanacagım diye kendini görmezden gelenler, senleri benin önüne koyanlar, alma verme dengesini şaşıranlar, daha kendi ile bir olmadan başkası ile tamamlanmaya çalışanlar, ait olmadığı ve değersiz hissettiği yerden gidemeyenler.. Neden bunları yaşıyorum diye sorma cesaretine ne zaman ulaşacaksın? Bunun sebebi Içindeki cocuğa ebeveynlik yapmayı ögrenmemen olabilir mi? Tum hayatını küçük bir çocuğun ellerine bırakman?
İçindeki çocuğun ögrendiği tek basetme yöntemi ortamdan kacarak kurtulmaktır. Oysa ki içindeki cocuk bu boşluk anlarında sözcüklerin gücüyle duygularına sevgi yükleyip anlatmayı ögrenmiş olsaydı kaçmazdı. Iletişim kurarak çözmeye çalışırdı. Yani kaçan, giden, küsen, mızmızlanan, trip atan, kabuğuna çekilen, konuşmadan anlaşılmayı bekleyen aslında bu sorunla nasıl baş edeceğini bilemeyen minicik bir çocuk.
Peki bu çocuğun bilinciyle hareket ettiğini nasil anlarsın? Beden mutlaka sinyal verir; nefesin hızlanır, kalbin sıkışır, diğerlerini tehlike gibi algılarsın, değersiz ve sevilmediğini hissedersin. Tıpkı çocukça öfke nöbetleri, ağlama krizleriyle gelen çaresizlik ve sabırsızlık duygularının hakim olduğu anlardaki gibi.
Bu çocuk incinmeye çok açıktır.
Farkında olsak da olmasak da incindiğimiz zaman genelde başkalarını incitmek isteriz. Eleştirildiysek ve bundan incindiysek başkalarını da aynı şekilde eleştirip incitmenin yollarını ararız. Sanki onların canını yakarak kendi sızımızı hafifletecekmişiz gibi düşünürüz. Kabul edemediğin incinme senin hem kurban olmana hem de daha çok intikam alma arzuna kapılmana sebep olur. Bu yüzden incitmek istediğin anlarda dur. İncindiğini hissettiğinde içinde bir boşluk duygusu hissedeceksin. Bunu hemen o kişiyle bağlantıya geçerek sözcüklerle doldurmaya çalış. Bu kişiye ulaşamadığın anlarda yazmayı da deneyebilirsin. Yazmak da içindeki boşluk duygusunun dolduğunu hissettirecek sözcüklerin konuştuğu güçlü bir yoldur.
Susmamız gereken yerde hararetle konuşmamız, konuşmamız gereken yerde sinsice susmamızdı belki de bizi bitiren. Şimdi anlıyorum ki konuşmadıklarımız bizi konuştuklarımızdan daha çok anlatıyormuş.
İçindeki çocuğa ebeveynlik yapmayı öğrendiğin anda, başına ne gelirse gelsin çözebileceğini, çözemediklerinle de baş edebileceğini unutma. Yapman gereken şey içindeki çocuğun sağlıklı bir ebeveyne ihtiyacı olduğunun farkına varmak. Ona başkalarının yol göstermesini, annelik babalık yapmasını bekleme. Sevsinler, okşasınlar, değer versinler diye bekleme; sen o duyguları vermeden o asla tatmin olmayacak. Çünkü senin onu görmeni istiyor, tüm çabası bunun için.
Hadi tam zamanı; sevdiğin cosy bir cafeye rezervasyon yaptır ve kendin ve içindeki küçük çocukla bir randevuya çık, iki kişinin benzerliklerine inanamayacaksın. İnsanın en güzel sohbeti kendi ile yaptığı, haydi tutun içinizdeki çocuğun elinden, o sabırsızlıkla sizi bekliyor!