Site icon Malta Haber

Gurbetçi, kendi evine de misafirdir

4 Aralık 2020 / Malta

Nice türküler söylenmiş, nice şiirler yazılmıştır gurbet üzerine. Sekiz yıl vatan içinde başka illerde, beş yıl denizaşırı el memleketlerinde; koskoca on üç yılı bir valize sığdırdığı birkaç parça eşya ile baba ocağından ayrı geçiren biri olarak, gurbet hakkında konuşmayı kendime hak görüyorum.

Hiç kolay değil! Ailene, dostlarına, yârine, hatıralarına, evine, alışkanlıklarına, vatanına hasret yaşamanın nesi kolay olsun?

“Gurbet şairi” diye anılan Kemalettin Kamu’nun “Ben gurbette değilim/Gurbet benim içimde“ mısralarıyla biten o meşhur şiiri gibi.

Gurbet bir eşik. O eşikten geçince geri dönmek pek kolay değil. Dönmek niyetiyle gidilse de, genelde pek dönülmez. Ne oralısın ne buralı. Gurbet iç yakan bir türkü, buruk bir hikâye, kekrem bir içki, yüreğin gamı, gönlün hasreti…

Gerçi, büyüklerimizden dinlediğimiz eski gurbet hikâyeleriyle kıyasladığımda, şimdiki gurbetçiliğe şükrediyorum. Gurbetteyken sevdiği başkasına verilmiş yahut bir yakınını kaybettiğinin haberini alamamış, kavuşma hayali ile döndüğünde toprağına sarılıvermiş gibi bitmek bilmeyen, hüzün dolu nice hikayeler…

Teknoloji ilerledi tabii ne zaman istersen bir tuşa basarak görüyorsun sevdiğin insanın yüzünü. Yılda bir kez, şanslıysan birkaç kez sarılıyorsun ama hiç olmazsa bir telefon aracılığıyla sesini duyup, yüzünü görebiliyorsun. Seri üretim, globalleşme derken birçok yerli yiyeceğe de ulaşılabiliyor. Eh, bir aile sofrasında buluşulamıyor ama öyle ya da böyle buluyorsun kendi mutfağına ait bir şeyler.

Memlekete giderken hissedilen bir heyecan vardır, her şeyden farklı. Sen acele ederken, zaman daha yavaş akar. Kaptanımız karizma ses tonuyla, “Üç saat sonra İstanbul Havalimanına varacağız.” dediği o üç saatin üç gün olduğuna yemin edebilirim ama ispat edemem! Vatan toprağına ayak basınca hissedilen o sevinç, hele vardıysa şehrine bir coşku sarar insanın içini, tüm ruhu kuşatan o aidiyet hissi. Ve elbette sarılmak sevdiklerine kanlı canlı, gözyaşlarıyla karışmış kahkahalar eşliğinde.

Misafir misin ev sahibi mi? Kendi evin ama misafir gibi ağırlanırsın. Özel bir temizlik yapılmış, bayram günü gibi herkes üstüne başına özenmiş, en güzel yemeklerle mükellef bir sofra kurulmuş, misafir yatak örtüleri çıkmıştır. Gurbetçi, kendi evine giden misafirdir.

Kız kardeşlerimle sabahlara kadar süren kahkaha dolu muhabbetlerimize, dostumla gece uyumadan önce tavanı izleyerek hayatı sorgulayışımıza, yeğenlerimin kokularına, büyüyüşlerine, anılarına hasret yaşamanın acısını nasıl izâh edebilirim?

Meselâ; kendi evimde bir başımayken, teyzemin elleriyle yaptığı şifalı tarhana çorbası içerken yahut gitmeden evvel annemin çantama sıkıştırdığı reçeli kaşıklarken gözlerim dolar. Âh derim; orada kim bilir ne işle meşgulken, burada evlatlarını doyuruyorlar. Bunun nesi kolay?

Bu yazıya başlarken hüzne boğulmak değildi niyetim. Yazmaya başlamamla, Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş’ın bir türküsünü hatırlamam ve dinlemem bir oldu.“

“Gurbet ele düştü bizim yolumuz                      Seyir ettim bizim eller görünmez                      Gam elinden çok perişan halimiz                      Bîçare gönlümü eyler bulunmaz”

“Ee bu kadar zorsa dön kardeşim.” diyenler mutlaka olacaktır. “Hayat sana güzel.” güzellemesini duymaya alıştığım kadar bu sözü duymaya da alıştım.

Ne sebeple gidildiğine bağlı olarak iyi yanları da var muhakkak. Gidilen yere ayak uydurulursa şayet, tutunmak kolay olabilir. Bir de dostlar; birkaç arkadaş-dost varsa daha da kolay. Ben dosttan yana hep şanslıydım, var olsunlar!

Başka bir coğrafyada, başka bir dilde, başka bir kültürde yaşamak; yeni insanlar ve kültürler tanımak çok güzel bir his ve tecrübe.

Sevdiğim yazarlardan biri olan Cengiz Aytmatov, en sevdiğim romanı Dişi Kurdun Rüyaları’nda şöyle der: “İnsanın vatanını birlikte götürmesi imkânsızdır. Onun sadece acı ve özlemini duyacağız.”

Tüm gurbetçilere, gurbette olan bir yakınının yolunu gözleyenlere bin selâm olsun.

 

Exit mobile version