En büyük çelişkiniz nedir?
Benimki ebeveynlik; gerçekten kendime ait, bizzat benden olan, sakince gelen anneliğim ile, bilinçaltımdan fırlayıp kendini ortalara atıveren telaşlı anneliğimin çelişkisi…
Bana kalırsa dünya üstünde en genel geçer ebeveynlik hali, kendinizi hep eleştirdiğiniz anne babanız gibi davranırken yakalayıvermenizdir.
Tanıştırayım sizi, bilinçaltınıza merhaba deyin. O tepkisel davranışı yakaladığınızda, bir an durup da düşünseniz aslında, gerçekten size ait olan tepkinizi bulup gerçekleştirebilirsiniz bile. Ama hiç kolay değil biliyorum. Ben kendi gerçek ebeveynlik yolculuğuma başladığımda kızım çoktan 8 yaşındaydı, şaşırmayınız; bazılarımız hiç girmiyor bile o yola.
Bu genel duruma bir de göçmen olmayı eklersek, ebeveynlik yüzünüze yüzünüze “gel beni keşfet” diye bağırabilir. Çünkü ailenizden, akrabalarınızdan, eşinizden-dostunuzdan, hatta komşunuzdan ve de Türkiye’li olmaktan dolayı ayrıca kaynaşık ilişkilerden payınızı almanızdan dolayı kalabalıklar içinde büyüyen, sıkılmaya fırsat bulamayan evlatlarınız vardır. Oysa bu durumun kolaylaştırıcılığı ile sıkılıp bunalmadan, hatta sorgulamaya gerek bile duymadan ebeveynlik yapan sizin için artık her şey bambaşkadır. Bırakın çocuksuz bir aktivite yapıp kendinizi motive etmeyi, acile bile çoluk çocuk gideceğiniz günler gelmiştir.
Öte yandan karşılaştığınız ve alışık olmadığınız zorluklar, ailenize ve ebeveynliğinize yeni yollar kapılar açar ve sizden yeni bir siz doğurturken sancısını da beraberinde getirir. Ama zaten acıdan uzaklaşabilmenin en emin ve kolay yolu, dosdoğru acının içinden geçip gitmek değil midir?
Malta’da yaşamaya başladığımızda biz de o hareketli, insan dolu, koşturmacalı, gidip gelmeli, yatıya bile kalmalı hayatımızdan sonra bir an üç başımıza kalınca şaşırdık. Eskiden su altında kalanlar yüzeye bir bir ulaşırken içimizden yeni bir aile evrildi. Sessiz sakin hayat, başta ne olduğunu anlamadan elbette, bizi birbirimize aynaladı ve günlük yaşantımızı epey değiştirdi.
Göçmen olmanın getirdiği bu tür zorluklara rağmen Malta’da ebeveynlik, artık bir çok yerde bulabileceğiniz bir çok kolaylıkla birlikte tecrübe edilebilir. Burada avantajımız adanın küçük ve her şeyin ulaşılabilir yakınlıkta, bir anlamda elimizin altında olması.
İlk senemizde kızımın yeni dile adaptasyonuna eşlik etmesi ve eskiden okul sonrası oynadığı apartman içi komşuculuğun eksikliğini hissetmemesi için, onu ders yılı içinde ve yazın da bazı aktivitelere teşvik ettim. Devlete bağlı ya da özel, burada çocuklar için bu tip olanaklar gayet yeterli ve maddi olarak da gayet ulaşılabilir. Doğada zaman geçirmek derseniz, her kıyıdan denize girebilmek ve sıklıkla bulabileceğiniz çocuk parkları, piknik alanları, hatta tırmanma, yelkencilik, dalış gibi daha alternatif spor organizasyonları büyük yardımcılarınız. Okul sonrası etüte devam edebilme, yazınsa yaz okuluna gidebilme şansı zaten sembolik rakamlar karşılığı mevcut. Sene içinde özel gün ve bayramlarda düzenlenen, sosyal medya aracılığıyla kolaylıkla takip edilebilecek parti ve daha farklı organizasyonlar ise çok çeşitli. Partileme, Malta’da çocuklara kadar ulaşmış bir yaşama biçimi olmuş gibi. Hatta inanın bir çocuk hiç bir etkinliğe, kursa katılmasa bile, karantina günlerini hariç tutuyorum, dışarıda sürekli hareketli bir hayatın döndüğü Malta’da hiç sıkılamayabilir.
Gelgelelim, bence çocukların sıkılma hakları ve hatta ihtiyaçları var. Fakat son 20 yılın çocukları öyle aktif ve hareketli bir dünyaya doğdu ki, sıkılmaya hiç fırsatları olmadığı gibi kötü zannettikleri sıkılmaktan doğacak yaratıcılığa şaşırma hazzını da hiç tadamadılar.
Diğer yandan, bebekli anneler için Malta biçilmiş kaftan. Kendinizi sahil şeridine atın, bebeğini arabasına atmış yürüyüş yapan bir çok anne görürsünüz, içlerinden biri de kesin benimdir. Bizim memleketten aklımızda kalmış hatta genlerimize kadar kodlanmış olan “bebekle yapılacakların kısıtlı olduğu” fikri, “bebekli olunca öyle her yere gidilemez, bebeğin varsa artık evdesin” algısı, örneğin “toplum içinde ağlayan bebeğini devrilen gözlerle suçlu hissettirilerek susturmaya çabalayan zor durumdaki anne” görüntüsü, vs… bunlar Malta’da az rastlanan durumlar. Bırakın suçlu hissettirilmeyi, toplu taşımada bebek arabaları için ayrılmış yerler bulursunuz.
Zaten çocuklar omuzlarda yük gibi görülmeyip, çocuklu olma sebebiyle hayattan feragat edilmeyip, onları da hayata katarak var olan düzeni devam ettirince, çocuklar da daha adaptif büyüyor. Batı toplumlarında yaşam tarzı sebebiyle durum daha çok böyleyken, göçmen olmak da bu duruma doğallıkla yardımcı oluyor. Düzenli aile desteği ya da yardım alamayan göçmen ebeveynler ve çocukları hayatlarını karşılıklı uyumlayarak ilerliyorlar.
Parantezimizi açalım; birçok batılı ülkenin aksine Maltalılar arasında geleneksel aile birliği kuvvetli olduğundan, hatta tartışılabilir biçimde boşanma henüz birkaç yıl öncesine kadar yasak ve kürtaj da hala yasak olduğundan dolayı, çocuklu ve hatta bol çocuklu aileler yaygındır.
Ayrıca yine beklenenden farklı olarak çocukların ve bebekli annelerin çevreden yakın ilgi gördüğünü söyleyebilirim. Biz Türkler gibi, sanırım Akdenizlilik ile biraz alakalı bu, Maltalılar’ın çoğu her hangi bir yerde karşılaştığı çocuklara yakın ve hatta sıcak davranır. Bebek arabasıyla toplu taşıma kullanırken, o arabayı hiç yalnız indirmek zorunda kalmadım sanırım otobüsten. Geçişi yavaşlatıyor diye kaba bakış ya da sözlerle karşılaşmak bir yana, aksine çocuklu annelere her yerde öncelik verilir, kolaylık sağlanır, yardım edilir, etmeyene devrik göz çakıldığına da şahitliğim vardır hatta.
Ben de benzerlerini, oğlumu dünyaya getirdikten sonraki ilk birkaç ayda eve kapanma korkusundan kendimi dışarı dışarı attığım ve emzirme önlüğü ile yakın arkadaş olduğumuz günlerde çok tecrübe ettim. Bir gün, ana caddede beni otomobille alacak arkadaşımı beklerken emzirmek zorunda kalıp da, önünde beklediğim binanın bahçesinin mermerine dayanıp emzirmeye başladığımda yanımdan geçerken beni tebrik etmekle kalamayan yaşlı bir Maltalı kadının, kendi oğlunu nasıl da her fırsatta emzirdiğine ve bu sayede hiç hastalanmadan büyüttüğüne dair hikayesini ayaküstü dinledim. Lütfen bir an durup düşünün; Türkiye’deki bir ana caddede araç beklerken emzirdiğinizi hayal edin. Ben sokakta, kafede, AVM’de, parkta, mağazada, otobüs durağında, plajda, her yerde emzirdim; hem de hiç çekinmeme gerek kalmadan, üzerimde tek bir göz hissetmeden. Bu, bize artık lutuf zannettirilen, varlığına şükrettiğim rahatlığın adını bile koyamıyorum, benim için çok değerliydi.
Son olarak, her ne kadar taşındığımdan beri biri siyasi biri mafya konulu olmak üzere 2 sağlam cinayet hatırlasam da, Malta genel anlamda güvenli ve suç oranı düşük bir ülke. Adli olaylar gerçekten az, çocuklara yönelik suçlar yaygın değil. Üzülerek belirtmeliyim ki, Türkiye’deyken parkta oynayışını gözümü kırpmadan takip ettiğim kızımla, burada parka gittiğimizde ona kitabımı okuyarak bile eşlik edebiliyorum. Bu çok muazzam bir özgürlük. Hayır efenim, kitap okuyabilen anne özgürlüğünden değil, gözü çocuğunun üzerinde değilken bile büyük ihtimalle güvende olacağını bilme özgürlüğünden bahsediyorum… Benim için çok kıymetli!
Hayat; kıymetlerimizi, değerlerimizi yaşayabildiğimiz sürece…
Ve çelişkilerimizden öğrenebildiğimiz kadar…
Gerekirse göçmek, gerekirse yerinde köklenmek, gerekirse keşfe kalkışmak!
Ama neticede hayat, en dolu tarafından hakkını verebildiğimiz kadar…
Sağlıcakla…