Her üzüldüğünüzde , mutsuz hissettiğinizde depresyondayım sananlardan mısınız?
Güzel haber; her üzüntü depresyon değildir diyor okudugum ‘Feeling Good’ kıtabının yazarı David Burns.
Peki neden mutsuzluğa bu kadar toleransımız düşük, neden herhangi bir duygu gibi bunu da sıradanlaştıramıyoruz?
Çünkü okuduğumuz tüm kişisel gelişim kitapları, sosyal medya, içinde olduğumuz tüketim toplumu vs mutluluğa kanalize, siz hiç mutsuzluğunu paylaşan bir instagram kulanıcısı gördünüz mü ya da teknolojinin mutsuzluk vaadettiğini?
Bu yazı için çalısmaya başladıgımda insanların mutluluk tariflerini incelemek istedim ve bir tarif çok etkiledi beni; ‘Mutluluk insanın bütün istek ve özlemlerine eksiksiz ulaşması ya da ulaşmak istenen olguya erişince duyumsanan sevinç’ diyordu tanım.
Bir insanın bütün istek ve özlemlerine eksiksiz ulaşması mümkün mü? İstekler hiç biter mi? Daha önceki yazılarımda mükemmelliğin ne kadar da ulaşılmaz olduğunu ve insanı nasıl mutsuz ettiğini belirtmiştim. Yani mutluluk tanımının içinde bile mutsuzluk var. Mutluluğu ulaşılmaz kılan da maalesef bu tanımla yola çıkan mutluluk avcıları.
Serdar Kuzuoğlu’nun ‘Zihnimin Kıvrımları’ serisinin sıkı takipçisiyim ve o podcastlerin birinde şu soruyu soruyor; ‘neden’ sorusunun cevabı olmayan şey nedir? Yani öyle birşey ki o kendi varlığının sembolü. Yani o güzel arabayı aldın, neden? Çünkü sana iyi hissettiriyor, iyi hissedince mutlu oluyorsun. Ya da karnıyarık yemeğine bayılıyorsun, neden? Çünkü o his seni annene götürüyor ve sonunda mutlu oluyorsun. İntihar etmek bile mutluluk hissinden aslında temeline baktığımızda, amaç mutsuzluk haline dayanamayıp mutluluğa kavuşmak.
Peki nedeni olmayan şey nedir; mutluluk! Yani mutluluğun bir adım ötesi yok, sorusu da yok ve tüm yaşama amacımız gibi görünüyor. Ama şartlı; önce istediğimiz ‘her şeye’ ulaşıyoruz sonra mutlu oluyoruz.
Yazar Aldous Huxley der ki; Mutluluğun peşinde koşan insan mutlu olamaz, mutluluk başka yan şeylerin yansıması olarak hayatımıza gelir. Yani arayarak gelmiyor, kısa yolu da yok, tesadüfen geliyor hayatımıza. Bizi mutlu etmesinin sebebi de bu zaten; beklenmedik ve plansız programsız olması gibi. Yine de bunları bilmemize rağmen mutluluk peşinde koşuyoruz. Schopenhaur der ki; Doğuştan gelen tek bir yanılgı vardır, o da mutlu olabilmek için burada olduğumuz düşüncesidir.
Filozof Seneca da; Ölçüyü aşan her şey zararlıdır ama en tehlikelisi ölçüsüz mutluluktur,der.
Diğer konu da parası olan mutludur düşüncesi; tüketim toplumu mutluluğun sanki satın alınabilecek birşey olduğunu söyler bize. O villayı satın alırsan, o maaş artışını verirlerse kesin mutlu olursun gibi hep bir hedef koyarlar ve bu bizim de işimize gelir. Çünkü bir bedeli vardır mutluluğun ve bunun bedelini bilmek iyi hissettirir bize. Yoksa diğer tarafta beklenmedik bir şeyler yaşamak için anı beklemek daha zordur, ne de olsa garantisi de yoktur mutluluğun. Bunun için parayı zenginlik, zengin olmayı da mutluluk sanarız.
Peki mutluluk gerekli mi?
Çoğu hastalığın mutsuzluk kaynaklı olduğunu düşünürsek evet gerekli.
Ayrıca mutluluk yolunda karşımıza çıkan tanımlar var, bunlardan bazılarına değinmek istiyorum; mutluluk hissi ile memnun olma hissinin karıştırılması, tahammülsüzlük, sıradanlaşma gibi.
Evet şu anki yaşadığım dönemde bunu çok net görebiliyorum; her şeyin çabuk çabuk yaşanması, ilişkilerin pamuk ipliğine bağlı olması, insanların birbirine tahammülsüzlüğü, bir şey sıradanlaşacak diye kendilerine, yanındakilere uyguladıkları psikolojik baskı ve her şeyin mükemmel olması gerekliliği gibi. Bunların çoğunun sebebi ‘haz’ duygusundan kaynaklanıyor aslında. Bu duygu için yarına yatırımdan çok bugünü yaşayıp bir şekilde kapatayım duygusu geliyor, bundandır her şeyin kısa ve sığ oluşu. Çünkü derin korkutur, çünkü derin için hazdan başka duygulara yatırım yapmak gerekir, zordur derine gidiş. Bu yüzden tüketim toplumlarında ruhun yerini beden almıştır. Duygulardan çok dışarıdan göründüğümüz şeklimiz önemlidir.
Amerikada yapılan bir araştırmaya göre yıllık 75 bin dolar kazanan biri ile 100 bin dolar kazanan birinin mutluluğu arasında çok büyük bir fark yok, normal bir apartman dairesinde oturan ile lüks bir rezidansta oturan birinin arasındaki mutluluk da hemen hemen aynı. Yani içeride hisler hemen hemen aynı ama tüketim toplumunun aşıladığı paranın mutluluk ile ölçülmesi dayatması dışarıdan durumu farklı gösteriyor.
Bu sebeptendir belki dışarıdan görünen ile gerçek farklıdır çünkü çoğumuz mutluluğun dışarıdan görüntüsü ile ilgileniriz ve çok havalı olduğunu düşünürüz. Nasıl mı? Mezun olunca, evlenince ya da çocuk sahibi olunca mutlu olacağımızı sanarız yani bir nevi enstitülere bağlarız mutluluğu.
Kısaca özetleyecek olursak mutluluk aldığınız o çok lüks araba ya da villa değildir. O araba ile kiminle yolculuğa çıktığınız, nereye gittiğiniz ve o yolda yaşadığınız deneyimlerdir. Aslında mutluluk karşılık beklemeden yaşamaktır, vermektir, almaktır. Başkaları için yaptığınız şeyin sizde yarattığı mutluluk hissi başka çok az şeyde bulunur. Bu yolla sadece siz mutlu olmazsınız, çok büyük olasılıkla karşınızdaki kişi/kişileri de mutlu edersiniz.
Bu ara bu konulara dikkat etmemden sebep belki de çok sevdiğim bir arkadaşımın genelde mutlu olmasının sebebini daha iyi anlamaya başladım; çünkü o her sabah işyerinin kapısındaki kedilere yemek taşıyor, öğle aralarında bahçedeki ağaçları suluyor, evinde baktığı sokak hayvanlarına sarılıyor, insanları önemsiyor ve karşılık beklemeden nasıl alış-veriş yapması gerektiğini naturel yoldan biliyordu.
Sanırım tarif bu kadar basitti ve aynı zamanda bu kadar zordu.