Türk dizilerinin uzunluğundan sadece sinema ve dizi sektörü emekçileri değil, izleyenler olarak bizler de bizarız.
Fakat öyküsü bizi içine çeken bir dizi bulduk muydu, gelsin peşpeşe bölümler. Gece aşırı bir sezon devirmeyene aşk olsun!
Kitaplar da öyle değil mi? Güzel bir hikâye, sürükleyici bir romanı eline alıp da roman kahramanlarıyla hemhal olmayan, mutlu sona kahramanı ulaştırmak için uykusuz gecelere bana mısın demeyen vefakar okurlar neredesiniz?
Öyle sanıyorum ki Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir’in Turgut Reis romanı da bu romanlar cümlesinden anılmayı hak ediyor.
Malta’ya gelen gazeteci bir arkadaşımın deniz kıyısındaki yürüyüşlerimizde defaatle “Bu sokaklar bana Halikarnas Balıkçısının okuduğum bir romanını hatırlatıyor. Sahneler yeniden gözümün önünde canlanıyor” diye diye zihnime mıhladığı, adını kendisini de hatırlamadığı kitabı sessizce not almıştım.
Mübarek Ramazan ayını yolculayınca ilk işim Turgut Reis isimli kitabı okumaya başlamak oldu.
Turgut Reis romanı kendisi de iyi bir eğitim görmüş olan, yanı sıra denizleri, kıyıları, kıyı ahalisinin hayatını avucunun içi gibi bilen Halikarnas Balıkçısı’nın zirve romanlarından biri.
Biz Malta sakinlerinin özellikle okumasında yarar gördüğüm kitap, zihnimize kızıl sakallı kana susamış bir korsan olarak nakşedilmeye çalışılan Turgut Reis’in hikayesi.
Turgutca’nın doğduğu köy olan Muğla’nın Sıralavoz köyünün renkli tasvirleri, hayatını çobanlıkla, denizcilikle idame ettiren ahalinin renkli yaşamı; hepsinden de önemlisi, eski deniz kurtları, yiğit korsanları dinleyerek mavi dünyaya gönül veren Turgutcanın hikâyesi.
Turgut Reis, doğup büyüdüğü topraklara her daim vefasını göstermiş, hayratlar, köprüler ve hepsinden de önemlisi çocuklar eğriyi doğrudan ayırt edebilsinler diye medreseler yaptırmış biri.
Popüler kültür korsan kelimesini zihnimize ganimet peşinde koşan deniz eşkiyaları olarak kodladıysa da Turgut Reis şahsında denizlerin bu gayri resmi gücünün gerçek mahiyetini anlamak mümkün oluyor. En azından hadisenin bizim tarafımıza bakan, ya da bizim tarihi kahramanlarımız tarafından ağartılan yüzünü.
Yazarın Endülüs’deki zulüm sahnelerinin canlı tasvirleri, yangın yerlerine Türk korsanların yetişip mazlumları nasıl koruyup gözettiği okunduğunda bu daha iyi anlaşılacaktır.
Denizlerin bir savaş cephesi ortaya çıktığı Preveze deniz savaşının soluk kesen anlatısı, Turgut Reis’in Oruç ve Hızır (Sonradan Barbaros Hayreddin olarak anılacak) ile tanışıp, denizlerde yarenlik etmeleri hikayedeki en önemli sahnelerden.
Bahriyelilere verilen Levend adının İtalyanca’daki de lavanrino (doğudan gelen) kelimelerinden türediğini, Barbaros kelimesinin denizcilik jargonundaki Baba Reis’e dili dönmeyen batılıların bir yakıştırması olduğu gibi ayrıntıları da kitapta görmek mümkün. Güney Avrupa’lıların Turgut Reis’in adını söyleyemeyip, ejderha anlamına gelen Dragon kelimesine adeta bir atıf yaparak Dragut olarak çağırdıkları gibi ayrıntılar da ansiklopedik bir bilgi olmasa bile en azından malumatfuruşluk yapmak isteyenler için faydalı olacaktır.
Romandaki önemli bir başka önemli ayrıntı da Malta’nın başkenti Valletta’ya adını veren, Saint Juan şovalyelerinden Jean de Valette’nin Turgut Reis’in tutsağı olup forza olarak kürek çektiği bilgisi idi. Eğer bu Turgut Reis’i çok sevdiği her bir satırından belli olan Halikarnas Balıkçısı’nın, sevdiği bir kahramana zihninde, hayalinde devleştirmek için uydurduğu bir efsane değilse gerçekten önemli bir ayrıntı.
Hatta romandaki sahnelerden bir diğerinde Cenevizli Amiral Andre Doria’ya tutsak düşen ve üç yıl forsa olarak kürek çekmek zorunda kalan Turgut Reis’in yıllar sonra Jean de Valette ile bir kere daha karşılaşmalarını görüyoruz. Jean de Valette bu karşılaşmada isthza ile eski günleri yad ederek Turgut Reis’e şöyle diyor ”Görüyorsun ya Dragut denizlerin kaderi bu”
Kitabı okurken bir yandan akdeniz’in dalgalarında savrulup, bir yandan tarihin bazı cilvelerini tekrar düşünmemek elde değildi.
Örneğin coğrafi keşifler çağında denizleri avucunun içi gibi bilen denizcilerimizin İspanya ve Portekiz’e nal toplatacak tecrübelerini Afrika’daki karışıkları engellemek için savaşmak zorunda kaldıklarından kullanamadıklarını görmek insanı kahrediyor. Faztazyalar üzerinden, şu şöyle olsaydı bu böyle olurdu şeklinde tarih okumaları yapan varsayımsal tarih (visual history, counter factual history olarak da bilinir.) meraklılarına böylesi bir beyin fırtınasını şiddetle öneriyorum. Akdeniz kıyıları da, güneşli günlerdeki suları gibi sütliman olsaydı, bu deniz kurtları belki Amerka’yı Kolomb’dan önce bulurdu. Eh,umut fakirin ekmeği güzel dostlar.
Kanuni Sultan Süleyman’ın tüm hüsnü zanlarına, hatta taltif niyetlerine rağmen Barbaros Hayreddin’in vefatı sonrası kaptanı deryalığa getirmek istediği Turgut Reis’in kimi devletliler tarafından engellenmesi, yine Malta harekatında Turgut Reis’in bilgisinden hiç istifade edilmemesi, harekatın bir oldu bittiye getirilmesi de insanı hayretlere gark eden ayrıntılardan.
Sizlerin de bu romanı soluksuz okuyacağından eminim.
Ömrünü denizlere vakfetmiş Turgut Reis böylesi bir edebi şölenle, rahmet ve minnet temennileri ile anılmayı hak ediyor. Ruhu şad olsun.