27 Şubat 2021 / Malta
Jean Seberg…
Fransız sinemasının ve 1970’lerin gözde ikonu.
Zarif ve bir o kadar da asi, bazen kendine bile muhalif özgün bir ruh…
13 kasım 1938’de Amerika’nın Iowa kasabasında dünyaya geldiğinde ailesi onun dünyayı peşinden sürükleyecek kadar güzel ve yetenekli olduğunu tahmin etmemişti. Hayata bir sıfır önde başladı çünkü akrep burcunun çekiciliğine sahipti ve bu, onu girdiği tüm ortamlarda öne çıkaracaktı. İsveçli bir babanın ve Amerikalı bir annenin kızı olan Seberg cool duruşunu İsveç genlerine borçluydu. Mağrur ve gururlu kişiliği onu ilerleyen yıllarda ulaşılmazlığa taşıyacaktı.
Seberg, Otto Preminger tarafından keşfedildiğinde henüz 17 yaşındaydı.
18.000’den fazla aktrisin arasından seçilen güzel oyuncu Bernard Shaw’ın kitabından uyarlanan “Saint Joan” filminde oynadı ve Jeanne d’Arc’ı canlandırmış olduğu için “Saint Jean” olarak anılmaya başladı.
Ve birkaç yıl sonra Bonjour Tristesse geldi. 1958 yılında beyaz perdeye aktarılan Bonjour Tristesse -Günaydın Hüzün- güçlü bir oyuncu kadrosuna sahipti. Fransız yazar Françoise Sagan’ın henüz on sekiz yaşındayken yazdığı aynı isimli romanından uyarlanan ABD ve İngiltere ortak yapımı olan filmin senaryosunu Arthur Laurents yazdı.
Yönetmen koltuğunda ise Jean Seberg’in sinema dünyasına adım atmasını sağlayan Otto Preminger vardı.
Bonjour Tristesse, Fransız şair Paul Éluard’ın bir şiirinin açılış dizelerinden (“Hoşça kal hüzün / Günaydın hüzün”) adını alan ve kitap yazarı Sagan’ı kısa zamanda okuyucuların sorduğu bir yazar yaparken Jean Seberg’i de beyaz perdenin yeni kraliçesi yaptı. Jean Seberg, kendi ülkesinden çok Fransa’da tanındı ve bir Fransız’dan çok Fransız oldu. Saçlarının kesiminden şapkalarına kadınların moda seçimlerini yönlendirdi.
Jean Seberg’i dünyaya tanıtan film, 1960 yılında çekilen, ve Seberg’in Patricia Franchini karakterini canlandırdığı A bout de Souffle adını taşıyan Serseri Aşıklar olarak çevrilen filmi oldu. Jean Paul Belmando ve Seberg’in fotoğraflarının olduğu afiş, filmin unutulmayacak bir klasik olarak film tarihinde yer alacağının göstergesiydi. Filmin açılışında zarif sesiyle “New York Herald Tribune” diyerek gazete satan Patricia’nın sesi izleyicilerin hala hatırındadır. Çok küçük yaşta sinema ile tanışan Seberg, ilk evliliğini François Moreuil ile yaptı. Zor bir kadın olan Seberg kısa süren evliliğini sessizce noktaladığında artık iyice bilinen ve aranan bir artist olmuştu. Sinema dünyasının pırıltılı yaşamı, güzelliği ve yeteneği yeryüzüne bir peri gibi inen Jean Seberg’i mutlu etmeye yetmiyordu. Birçok artist gibi gündelik zevklerle mutlu olabilen bir kadın değildi Seberg, o toplumun sorunlarına kendi sorunu olarak yaklaşan bir aktivistti. O günlerde edebiyat dünyasındaki başarıları ile fırtınalar estiren Romain Gary ile tanıştı. Romain Gary’nin başarılı bir yazar oluşu kuşkusuz onu yazarın mavi gözlerinden daha çok etkilemişti. Aralarındaki yaş farkı bir kuş misali konacak dal arayan Seberg’e iyi gelmişti ama olmadı fırtınalı aşkları Jean Seberg’in film setinde Clint Eastwood’a gönlünü kaptırmasıyla çöküşe geçti. Bir röportajında odasında Clint Eastwood ile fotoğraflarının olduğunu söylemesi hüzünlü perinin gönlünü ciddi olarak kaptırdığını hissettiriyordu. Hayatının aşkı olarak gördüğü Eastwood da onu tamamlayamamıştı. Seberg’in inişli çıkışlı evliliği biraz da oğlu Diego için devam etti ama mutsuzdu ve fiyakalı bir özyıkım artık onun için kaçınılmazdı.
Ve sonun başlangıcı…
1969 yılının son gecesinde, bir yılbaşı partisinde Seberg ve Meksikalı yazar Carlos Fuentes tanıştı.
Carlos Fuantes, Yalnız Avlanan Tanrıça kitabında Seberg ile yaşadığı ilişkiyi en ince detaylarına kadar anlatmıştır. İki ay süren bu ilişki Seberg’in bir kere daha aşık olduğu adamı terk etmesiyle son bulur. Bütün ilişkilerinde eksik kalan birşeylerin olması bu güzel kadını boşluğa sürüklemektedir. Kendi hayatında sürgündür ve mutsuzluk hep başucundadır, çünkü hayat güzel kadınları sevmez.
“Kendinden olmayanı kendin gibi sev”
Bu cümle Seberg’in bir röportajında kullandığı ifadedir. Lüks içinde yaşamasına rağmen toplumsal sorunlara, sosyal farklılıklara sessiz kalamayan Seberg bu sefer de siyahlara yapılan aşağılamalara karşı, tarafını seçmiştir.
Seberg, siyah haklarını savunan Kara Panterler örgütüne destek vermeye başlar ve 1970 yılının başında ikinci çocuğuna hamile kalır. Aynı günlerde FBI ile yolu kesişir, FBI kısa saçlı isyankar kadının çöküşünü hızlandırır.
Bebeğin babasının Kara Panterler örgütünün lideri Hakim Jamal olduğu söylentisi yayılmaya başlar. Bütün bu olanlara rağmen karısını çok seven Gary, karısının FBI tarafından zarar görmemesi için bebeği üstlenir ama bu çözüm de Seberg’e yapılan karalama kampanyasını durdurmaya yetmez. Yaşananlar Seberg’in ruhunu yaralar ve 7 aylık hamileyken bebeğini erken doğumla dünyaya getirir, Nina adını verdiği kızı sadece iki gün yaşayabilir. Evlat kaybetme acısına rağmen, hastahanenin önünde ölü bebekle poz verir “Bebek beyaz.” diye haykırır. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Birçok kez intihara kalkışır, artık yönetmenlerin ve senaristlerin aradığı artist değildir. Romain Gary aşık olduğu bu kadının hayatının dibe sürüklenişini çaresizlikle izlemektedir.
8 Eylül 1979 sabahı, Jean Seberg’in cesedi Paris’te bir sokak arasında terk edilmiş bir araçta bulunur.
Geride cevaplanmamış sorular bırakmıştır, çünkü kadınların sırları vardır.