Aslında biliyor musunuz, göçmek büyük iş?.. Müthiş bir konfor alanından çıkış.
Fena halde bir yeniden başlayış…
Tünelin ucunda ne var ne yok bilmeden tam bir maceraya atılış.
Hani o yanlış-doğru, iyi-kötü fark etmeksizin güvenli olan, o sizden olan her şeyden uzakta, kendinizi emanet gibi hissedeceğiniz mecralarda el yordamıyla bir yola koyuluş…
Bir yandan da, herkes için mümkün ya da önemli olmayabilir bu tür bir farkındalıkla göçmek. Çünkü sene olmuş bilmem kaç (!!), ama mecburiyetten göç edenler, sanırım hâlâ, kendi isteğiyle göç etme şansını bulmuş olanlardan fazladır. Ve mecburen gidiyorsan eğer, zaten geride bırakacağın bir konfor alanın bile yoktur.
Yaşam kaygısı, ekonomik sebepler vs. ile göç edenler için durum üzücü, bir o kadar da adaletsiz. Zorunlu göç, durumu “katlanılması gereken” bir hale getirirse, yaşamanın anlamını bile sorgulatabilir insana.
Fakat isteyerek, hayallerle çıkıldıysa yola, işte o vakit, kaçırılmaması gereken bir tecrübe bence. Ne de olsa, hayatta aradığımız anlam, sonuca çok da odaklanmadan süreci keyifle ve doyumla deneyimlemek değil midir aslında?
Biz de eşimle düşünüp taşınarak, artı-eksi kefeleri tartarak, hatta konu üzerinde bir kaç yıl demlenerek karar verdik yurtdışına yerleşmeye. Hayallerimizi, umutlarımızı yüklendik de geldik. İki seferde 10 bavula sığdırıp hayatımızı, çıktık bu yola.
İstedik ki; toplumsal açıdan daha sade ve rahat, içindeyken kendini pek de belli etmeyen bazı tutsaklık ve sınırlayıcılardan muaf yaşayabilelim, çocuklarımızı kendilerini özgürce ortaya koyabilecekleri, adaletli ortamlarda yetiştirebilelim.
Elbette bazı maddi-manevi standartlarımız vardı ve kaybetmek istemezdik. Bekledik, eşimin tayini çıkana kadar bekledik.
Malta’ya, sığınmacı ya da öğrenci değilseniz eğer, işinizi önceden ayarlamış olarak gelirsiniz. Adını herkesin bildiği uluslararsı kariyer platformlarının yanı sıra, bir Google amca sohbeti uzaklığında bulabileceğiniz bir kaç web sitesi ile işe girişebilirsiniz. Bunun dışında, Avrupa Birliği ile yapılmış Ankara Anlaşması uyarınca ticari faaliyette bulunmak için vize alabilmek de yasal olarak mümkün, fakat hiç yaygın değil. Ya da başka bir sebeple bir şekilde geldiyseniz zaten, ticari girişimci olmak için koşullar da ağır değil bildiğim kadarıyla.
Aslında ben bu işlerin uzmanı elbette değilken, size teknik bilgiler, bağlantılar vs. ile gelmeyeceğimi tahmin etmişsinizdir. Bu tatlı hikaye, ortaya çıkışını sadece, kendi kişisel deneyim ve izlenimlerimi paylaşma arzuma borçludur, biliniz.?
Kendinize uygun işi ararken, çok bayıldığım (!), aman pek de elzem (!!) olan ülkeler arası ekonomik-hiyerarşik-sınıfsal-ayrımcı ilişkilerden payınızı alarak; ve de tepişen fillerin altında ezilen çimenler olarak(!!!); Avrupa Birliği vatandaşı olmamanızın diyeti olan çalışma iznine ihtiyacınız olacaktır. Bu da demektir ki aynı zamanda, devlet kurumlarıyla emek ve zaman kaybederek çalışma izninizi çıkartmayı, sponsor olmayı göze alacak bir işverene de ihtiyacınız olacaktır.
İşte bu yüzden, bir fark yaratmanız, tercih edilmeniz için gerekli olabilir. Ya da belki sizin profesyonelliğinizi ve iş gücünüzü pazarlama yeteneğiniz, bu olumsuz görünen süreci alaşağı edecektir, kimbilir? ?
Malta’ya geldikten bir süre sonra, çok da kararlı olmamakla birlikte, kısa süre iş bakma sansı olan bendeniz, yaptığım birkaç başvuruya istinaden gelen her aramada çalışma iznim olup olmadığı sorusuna verdiğim o çok net cevap sonrası, “size eyi günnerrrr” tadında bir kapanışla karşılaşmışımdır.
Bu küçük adanın aynı zamanda İngilizce öğrenmek isteyenlerce epey tercih edildiğini bilmeyen sanırım yoktur. Geveze yazarınız şu noktada parantez açmadan edemiyor ki; burada öğrenci olmak gerçekten keyifli, eğlenceli ve ekonomik olsa da, ben olsam imkan varsa dili yerinde öğrenmeyi kesinlikle tercih ederdim.
Tercih etmeyen öğrenci arkadaşlar yine de şanslılar, Malta’da öğrenci vizesiyle haftada 20 saat çalışma hakkına sahipler. “Dil öğrenmeye gittiğim ülkede yerleşmek mi??” diye şaşırdıysanız, bunu deneyenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çok.
Durum “yerleşmeyi planladığım ülkede önce dil okuluna başlamak” şeklinde kolayca uyarlanıveriyor anladığım kadarıyla. Sonuçta Malta’da her durumda, çalışma izni için olay önce işverene çalışmakgibi görünüyor.
Ah bu arada… Efenim size bir haberim var; Malta çok küçük bir yer, iş hacmi de küçük. Ama dengede, doymuş, stabil bir çalışma ortamı var. Öyle sizin memleketteki gibi büyük rakamlar, hunharca koşturmalar, çok iş-az personeller, sürekli açılan yeni pozisyonlar, dalgalanmalar, sirkülasyonlar, yüksek işsizlik ya da enflasyon oranları, aşırı profesyonel hayatlar, plaza dilleri, hatta Kafdağı’nda burunlar falan beklemeyiniz. Şöyle anlatayım; burada sadece bir tane gökdelen var, yanlış hatırlamıyorsam ikincisi yolda.
Küçük ölçekli de olsa yere sağlam basabilen bir çalışma hayatıyla, kendi yağında kavrulan, sırtını ABye dayamış yeterli bir ekonomisi mevcut Malta’nın. Turizm ve online bahis ile hizmet sektörü başı çekse de, üretim deyince bırakın sanayiyi, çiftçilik-seracılık bile çok az yapılıyor. Gıdadan tekstile kadar ürünlerin çoğunun ithal olduğu Malta pazarından bir kaç gün önce satın aldığım el havlusunun, Bursa’dan, Türkiye’deki evimden belki sadece 10 km uzaklıktan ithal edilmiş olduğu da doğru olduğu kadar ironiktir.
Fakat böyle dar alanda böyle küçük yerli nüfusla Malta’nın yeşile ve yerli üretime yeterince alan açamamış olması bana pek şaşırtıcı ve anlaşılmaz gelmiyor. Alan açabildiği ise turizm, göçmenler ve dolayısıyla betonlaşma olmuş. Bana kalırsa, tıpkı AB’nin ekonomik katkısı gibi, turizm ve offshore bölge oluşu ile ivmelenmiş olan yabancı yatırım ve iş gücünün, Malta ekonomisindeki yeri çok belirgin. Ben bu sebeple, yasal olarak 5 sene çalıştıktan sonra Malta vatandaşlığına başvuru yapmak mümkün olmasına rağmen, pratikte başvuruların çok çok daha uzun yıllar sonra sonuçlandırılması insiyatifini, epey düşündürücü buluyorum.
Kurumsal hayatta adalet arayanlar, bir çok Avrupa ülkesi gibi Malta’da da bulabilirler diye düşünüyorum. Mesai saatleri bellidir; diğer Avrupa çalışma kültürleri gibi kimsede – insan olsun şirket olsun – kendini paralarcasına hizmet etme-ettirme ruhu yoktur. Tabii hala bir Türk şirketinde çalışıyorsanız bilemem.
Onun yerine , coğrafi yakınlıktan mıdır Akdenizli genlerinden midir nedir, bir siesta ruhu kesinlikle vardır. Malta’da bir çok özel işletmenin saat 13. 00-16.00 arası çalışmadığını söylemeyi atlamış olabilir miyim?
Yaşam standardı açısından, aylık gelirlerin genelde herkesi geçindirecek seviyede olduğu ama kimseyi de zengin etmediği gibi bir izlenimim var. Asayiş hep berkemal, durumlar stabil. Büyük sosyal projelerle öne çıkmış bir politik zihniyeti yoksa da, ya da bir süper ekonomi değilse de; Malta’nın sokaklarında evsiz bulamazsınız, ya da gelir dağılımında uçurumlar yoktur.
Malta’daki Türk nüfusuna bakarsak, çoğu kebapçı değil tabii ki ama ilk geldiğimde bu her bir tarafı denizle çevrili küçücük yerde bile bu kadar çok kebapçı görünce afallamadım değil. Zaten hayatımın tamamında da burada 3 yıldır yediğim kadar kebap yemememişimdir.
Ayrıca, Avrupalı Türkiye’de kebapçılığı baba mesleği, kebabı da ana yöresel yemek sanıyorsa bence yanılmakta gayet haklıdır.
Şaka bir yana, burada da her yerde olduğu gibi Türk arkadaşlar her sektörde, her pozisyonda; garson-patron, öğretmen-öğrenci, bankacı, yazılımcı, inşaatçı, vs…, kurumsal hayatta ve ya kol gücüyle emek veriyor.
Yaşamak için emek; yeni yollar, diyarlar, deneyimler için emek; keşfetmek emek; kendini bulmak, yolunu çizmek emek…
O halde… bugünkü dileğimiz de; herkesin istediği, tercih ettiği her yerde insanca, adilce, özgürce ve yargılanmadan emek verebilme hakkına ulaşabilmesi olsun!
Biz umut edelim de, vermeyenin iki yüzü kara nasılsa 🙂
Sağlıcakla, hayallerinizle kalınız…
Çok güzel bir yazı olmuş
Çok teşekkürler, sevgiler!