Yurt dışında temel eğitim almak, her çocuk için farklı sonuçlar doğurabilir; kimi için zorlayıcı, kimi için ufuk açıcı olabilir… Sarsıcı, hatta travmatik olabileceği gibi, küçük dokunuşlarla harika bir deneyime de dönüşebilir. Yine de çocuk bile olsa kişinin, yaşadığı her olumsuz görünen deneyimden, kendisi olma yolunda katkı sağladığı yadsınamaz. İşte tam da bu yüzden, çocuklu göçleri de çok zenginleştirici ve öğretici buluyorum.
Kızım kreşe başladığı günden beri, onun için okul hayatından beklediğim ilk şey; sistemi ezberci bulmam sebebiyle, çok bilgi öğrenmesi değil de öğrenmeyi, sorgulamayı sevmesi, nasıl sorgulayacağını öğrenmesiydi.
Bu fikirlerle Malta’ya geldiğimizde de ilk ümit ettiğim; oyuncu, canayakın bir öğretmen ve onun kolaylaştırıcılığıyla da yeni ortama ve dile adapte olabilmesiydi. Sonrasının çocuğa has bir şekilde kendiliğinden gelişeceğini düşünüyordum. Mesela bizim kıza pek has ilk durum; ilk sınıfındaki arkadaşlarının çoğu İtalyan olduğu için, İtalyan aksanlı İngilizce konuşmaya başlaması oldu. Sonrasında olayı İtalyan aksanlı Türkçe’ye taşımasa iyi olurdu gerçi…
Malta’da eğitim çocuklar için zorlayıcıdan ziyade eğlenceli olabiliyor. Karne yok, okul kapandıktan haftalar sonra eve gelen bir değerlendirme yazısı var. Değerlendirilme, kıyaslanma, yargılanma kaygısı yok, baskı ve rekabet ortamı hissedilmiyor; elbette bazı durumlarda olabilir, ancak Türkiye’deki sisteme göre bakarsak gerçekten yok. Sınavlar 4. sınıfta başlasa da öğrenci sınava girdiğini bile fark etmeden, kaygı hissetmeden değerlendiriliyor. Bu da ilerleyen yıllardaki sınav algısına olumlu katkıda bulunduğu için başarıyı arttırıyor.
Aslında ben, temel eğitim öğretimde günümüzde verilen ders bilgilerini çok detaylı buluyor, genel kültür seviyesinde öğretilmesinin yeterli olacağını düşünüyorum. Ezber isteyen, öğrencinin kapasitesini de genelde aşan, ona yüksek beklentiler yükleyen gereksiz ve zaten ilk fırsatta unutulacak o bilgilerin yerine ise; hayatın içinde pratik olarak işe yarayacak temel bilgiler verilse ne doğru, ne anlamlı olurdu. Örneğin, sinir sistemimiz ve anatomimiz, ilişkiler ve iletişim, aile ve toplum, insan hakları, hayvan hakları, cinsellik, anne babalık, çalışma hayatı gibi dersler alsaydık hayata gerçekten katkısı olmaz mıydı? Bence bırakın hayata katkısını, yeni bir canlı türü ortaya çıkardı da evrim teorisine bile katkısı olurdu…
Yok canııııım, elbette Malta’dan eğitimle ilgili beklentilerimiz bu değildi gelirken, merak etmeyin. Bunlar benim, ütopik diyebileceğiniz (ben diyemiyorum ama dikkat ediniz), şu anki gerçeklikten evet uzak ama hiç de imkansız olmayan, devrim niteliğinde umutlarım. Bilmem kaç yıl sonraya sesleniyorum: Bir gün dünya dönüşür de başka bir yer olursa, “bir şahsına münhasır yazarımız da vardı, böyle de şeyler hayal ederdi, bunu da yeni mevzuata alalım” dersiniz belki.
İşin şakası, diyecektim ama hay Allah şaka da değil, bağlacım yarım kaldı… İşin ütopyası (diyelim o halde), peki bugünümüzde uygulanabilir, ayakları yere basacak(!) fikirlere dönersek; eğitimin tatminkar olması neyi gerektirir? Dil eğitimini ve getireceği markayı bir kenara koyarsak, neden yurt dışında okumak bunca kıymetli oldu, neyi bulamadık da arıyoruz hala? (Ya da bu ikisini kenara koyunca soru sizin için anlamını mı yitirdi..?)
İyi eğitim, belli sınavlara iyi hazırlayan, bilgi odaklı bir sistem midir; yoksa uzmanlık eğitimi için bir altyapı, öğrenmeye ve araştırmaya teşvik eden, yetenek odaklı bir sistem mi? Bir gün bir yerde karşılaşılaşılacak muhtemel soruların cevaplarının ezberletilmesi midir; yoksa her ne soru gelirse gelsin, verilecek cevapları bulabilmenin öğretilmesi mi?
Düşünceler kafalarda uçuşadursun; Malta’da eğitim sisteminin hem devlet hem de hiç de azımsanmayack oranda özel okullardan oluştuğunu söyleyelim. Ben Avrupa zihniyetinde bir sistemin özel okula ihtiyacı olmayacağı önyargısına sahip olduğumdan, gelirken de özel okul derdinden kurtulduk diye sevinmiştim. Çünkü eğitim bir vatandaşlık hakkıydı ve devletin verdiği eğitim o kadar yeterli olmalıydı ki özel okul gereksinimi duyulmamalıydı ya hani! Oysa Malta’da durumlar farklıymış.
Öncelikle, Maltaca; telafuz olarak Arapça’ya, kelimelerin uzatılışıyla İtalyanca’ya benzeyen, sıra rakamlara gelince bir anda İngilizce’ye dönüveren dil. Ve evet Maltalılar kendi aralarında her zaman Maltaca konuşur. Temel eğitimini almış her Maltalı, ikinci resmi dil olan İngilizce’yi bilir; eğitimini ilerletmiş olup çok akıcı İngiliz İngilizcesi konuşanından tutun da, yoğun Malta aksanıyla çat pat konuşanına da rastlamışımdır. Yerli halkın Maltaca’yı korumaya çabaları çok aşikar olmakla beraber, dünya üzerinde dillerini bilen bu kadar azken, köklerini güvende hissetme kaygılarını, simgelerle de olsa direnmelerini de hiç yadırgamadım.
Hâl böyleyken, Maltaca tüm devlet okullarında zorunlu; fakat göçmenler arasında, Malta hariç hiç bir yerde geçerliliği olmayan bu dilin zorunlu tutulmadığı özel okulları tercih eden çok. Onun yerine öğrenci haklı olarak enerjisini geçerli ve işini daha çok görecek bir ikinci dile harcıyor. Öte yandan, göçmen halkın yaygın olduğu bazı bölgelerde devlet ilk okullarında, ana dil İngilizce olarak öğretilirken, Maltaca eğitimi Maltalılar’a ayrı ve anadil yoğunluğunda, göçmenlere ise yabancı dil olarak daha temel seviyede öğretiliyor. Biz de bu sayede kızımı devlet okuluna vermeye karar verdik, zaten bulunduğumuz şehirdeki devlet okulunda yerliden çok göçmen öğrenci vardı.
Göçmen olarak dil bilmeyen öğrencilerin yoğun olduğu okullarda, ilk ders yılında bu öğrencilere özel bir dil sınıfı açıldığını, bir senelerini yoğunlukla dil öğrenerek geçirdiklerini de bu vesileyle belirtmiş olalım.
Özel okullara rağbetin diğer bir sebebi ise dini eğitim. Sayın okur, Malta koyu Katolik bir ülke. Kapı süslerinde, pencere süslemelerinde bile dinin hakimiyeti gözlemlenirken, sevimli rahibe ablalar beyaz başörtüleriyle günlük hayatta karşınıza çıkabiliyorken bir dolu Kilise okulu olması kaçınılmaz. Gerçi devlet okulları da temel dini eğitim veriyor, ancak unutmadan aktaralım; ders zorunlu değil, bu dersin alternatifi olan etik değerler eğitimi ise hayli güzel, temel eğitime katkısı bol konular içeriyor.
Maltalılar için çok baskın olan, okullarda öğretilen, öğle yemeklerinde duaları okunan dini yaşam, buna rağmen, hiçbir şekilde kimsenin temel özgürlüğünü kısıtlamıyor, bir azınlığı rahatsız edecek seviyede haddini aşmıyor. Medeniyet dediğiniz nedir ki zaten? Ama örneğin bir çok batı ülkesiyle tezat şekilde, plajda üstsüz bulunmak yasaktır ve dolayısıyla yine de dinin baskılayıcı etkisi tartışmaya açıktır. Yeri gelmişken; her ne kadar daha bir kaç ay önce hükümetin bir kaç sefer yabancı çalışanlar hakkında bazı talihsiz söylemleri olduysa da, biz devlet okulunda herhangi bir konuda bir ayrımcılığa maruz kalmadık, kalındığına şahit olmadık, benzeri durumlar işitmedik.
Özel okullar bu şekilde çok tercih edilince, doğal olarak kapasiteyi kaldıramaz hâle gelmiş. Şu an her hangi bir özel okula başvurduğunuzda asla aynı anda kayıt yaptıramaz, ancak bekleme listesinde yerinizi alırsınız. “Parasıyla değil mi kardeşim” derseniz de, o işler Türkiye’de kaldı, unutun, herkes cebinde parasıyla sırada. Biliyorum ilginç geliyor; ama gittiğiniz yerlerde, malesef okullarda bile alıştığınız müşteri odaklı “çılgınca hizmet etme ruhu”nu asla bulamayacağınızı da hatırlatmak isterim.
Gördüğüm kadarıyla, biz Türkler, sanırım ülkemizdeki eğitimin son 20 yıldaki değişiminin de etkisiyle oluşan algımız sonucu, buralarda da varsayılan olarak özel okulları tercih eğilimindeyiz. Biz Malta’da devlet okulunda eğitim konusunda hiçbir pişmanlık henüz yaşamadıysak da; pandemi döneminde tüm özel okullar duruma hızla adapte olup eğitime online devam edebilirken, devlet okullarının işlenmemiş konuları da dahil ederek iletilen günlük ödevlerle ve birkaç kez online sınıf toplantısıyla yetinmesini elbette yetersiz buldum. Ancak şaşırmadım, çünkü Malta’da zaten bürokatik anlamda tatmin edici bir çaba, bir iş bitiricilik vs. durumu olmadığını bir çok yerde deneyimlemiştim.
Malta’da temel eğitimde telaşsız, sakince öğreten, extra bilgi yüklemeyen “okul” , bu taraflardaki çocukların zihninde sanki bir tık daha sevimli…
Ne diyelim, her şey algı meselesi, hele çocuklukta…
Algıladıklarımız yerine yerleştikçe fikrimiz, duygumuz, davranışımız haline geliyor..
Bize düşen de çocuklarımız için o ilk algıları doğru tarafından seçmekse eğer, çabalamaya ve hatta sadece bunun için bile göç etmeye değmez mi sizce de?..