Mevlana Celaleddin Rumi büyük hakikatleri tüm dimağlara hikayeler ile nakşettiği eserinde Bir Usta ve Şaşı çırağının da hikâyesine yer verir.
Bu hikâyede Usta, çırağına git falanca raftan şişeyi getir, diye buyurur. Çırak şişeyi getirmek için rafa gider, eli boş gelir. İki tane şişe var, hangisini getireyim, der. Ustası da “Evladım iki tane yok bir tane var. Git şişeyi getir” diye bir kez daha tekrarlar.
Rafa giden çırak bir kez daha eli boş döner. Gerekçesi aynıdır, rafta bir değil iki şişe vardır.
Biri iki gören çırağı nasihat ile yola getiremeyen ustası, “Madem iki şişe var, birini kır diğerini getir” der. Şaşı çırak iki gördüğü şişelerden birini kırınca, ortada şişe falan kalmaz. Çünkü aslında şişe ustanın da söylediği gibi tektir.
Mevlana Celaleddin Rumi’nin bu hikâyeye, Hz. İsa taraftarlarına eziyet eden zalim vezir hikâyesinin bir alt hikâyesi olarak yer vermesi boşa değildir. Zira bu zalim vezir, Hz. İsa ile Hz. Musa’yı ayrı görmüş, onların aynı kaynaktan doğan, aslı ve ilettikleri mesajın özü bir olan Allah’ın elçileri olduğunu görmemiştir.
Hz. Adem’den başlayarak Hz. Muhammed (s) ‘e kadarki tüm elçiler aynı mesajın, İslam yani teslimiyet dinini tebliğ eden, hayatları ile bu dine örneklik teşkil eden abide şahsiyetlerdir. Aynı mesajın taşıyıcıları, hepsi de Allah’a kulluk esasına dayanan tek bir yaratıcıya teslimiyeti öğütleyen dinin peygamberleridir.
Dolayısıyla biz müslümanlar sadece Hz. Muhammed’in değil; insanlık tarihi boyunca ilahi vahyi insanlara iletmiş diğer elçilerin de mizah adı altında ya da farklı vesileler ile alaya alınmasını hoş göremeyiz.
Bugünlerde batı medyasında maalesef fikir ve ifade hürriyeti adına İslam peygamberini alaya alan karikatürleri tekrar görüyoruz. Kilise dini ile girdiği çetin mücadele sonrası sığınılacak tek liman olarak deney ve gözlemi gören batı dünyası, karanlıkta el yordamıyla bir şeyleri bulmaya devam ediyor. Bu esnada kırıp döktükleri saymakla bimeyecek. Bunlardan biri de kutsalın reddi ve alaya alınması. Hedonist ruhlar için bir öğünlük kahkaha malzemesi çıkartmak uğruna tüm dünyayı ateşe vermek dert değil.
Öte yandan peygamberlerin alaya alınması Kur’an’da aktarılan tarihi gerçeklerden. Peygamberler, istisnasız tüm peygamberler, sadece ebedi aleme göç ettiklerinde değil; fani hayatlarında dahi, vahyi toplumlarına iletmeye başlatıkları ilk andan itibaren alaya alınmaya başladılar. Kavimleri onları delilikle, sihirbazlıkla, yalancılıkla, türlü iftiralar ile suçladı.
Allah’ın bu temiz elçileri ise “Bekleyin, ben de sizlerle beraber bekleyenlerdenim” demekle kifayet ettiler.
Hz. Peygamber kendisi için yakın akrabaları dahi en kötü ithamlarda bulunduklarında, namaz kıldığı mübarek başı üzerine işkembe bırakıp alay ettiklerinde, Taif’de çocuklara taşlattırıldığında şiddet ile mukabele etmedi.
Hz. Peygamberi bir şiddet figürü olarak resmeden bu hareketlere şiddetle mukabele etmek onların argümanlarını ‘desteklemekten’ başka bir anlam ifade etmeyecek. Her ne kadar Hz. Peygamber zamanında öldürülen Şair Kab Bin Eşref’i örnek olarak gösterip şiddet ve katl için fetva verenler olsa da olayın bağlamı bugünkünden oldukça farklıdır. Kab Bin Eşref sadece hiciv şiirleri yazan bir şair değil; aynı zamanda dönemin Medine devletinde devlet başkanı statüsünde olan Hz. Muhammed’i zehirlemeye çalışmış; suikastini planlamış bir figürdür. Yukarıda saydığımız pek çok elim hadiseye merhamet ile mukabele etmiş peygamberi savunmak adına, andığımız tarihi olayı olayı bağlamından koparıp, aksine iddia sahiplerinin argümanlarını güçlendirecek bir şekilde şiddetle mukabele etmek doğru olmayacaktır.
Olayın diğer bir kısmı da bir grup insanın kutsallık affettiği değerler üzerinden, tahkir ve tezyif edici ifadeler kullanarak mizah yapmanın düşünce hürriyeti, basın yayın hürriyeti kapsamında kabul edilemeyeceğini tüm kürsülerde dile getirmek olmalıdır. Zira olayların vuku bulduğu Fransa’da nufusun yüzde 10’unu teşkil eden Müslümanların duygu dünyalarını bu şekilde örseleyen bir yayıncılık faaliyeti kendi toplumsal bütünlüklerine zarar veren bir hadisedir. Fransa hiç değilse dillerinden düşürmedikleri sihirli sözcük ‘ulus’ hatırına, ulusun birliği hatırına nufusun önemli bir kısmını teşkil eden Müslümanların hassasiyetlerini ciddiye almalıdır.
Türkiye başta olmak üzere örgütlenen boykot hareketleri fevkalade anlamlıdır. Boykot hareketlerine ek olarak seviyesiz bir ‘mizah’ı da görmezden gelerek mahkum etmek; sosyal medya vb ortamlardaki neşirlerini ‘Saldırgan içerik’ olarak raporlamak da bu husustaki mücadelelerden biridir.
Kur’an’ın vaaz ettiği gibi ‘Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini yahut onların alaya alındığını işittiğiniz zaman, onlar başka bir söze geçmedikçe kendileriyle beraber oturmayın; aksi takdirde şüphesiz siz de onlar gibi olursunuz. Allah elbette münafıkların ve kâfirlerin tamamını cehennemde bir araya getirecektir. ‘ (Nisa suresi, 140’ıncı ayet.)
Fakat mücadele başlıklarımızdan biri, hatta en önemlisi de şüphesiz, bizleri batı hedonizminin mizah dediği herzeye meze haline getiren ahvalimiz; islam dünyasının, toplumlarının bugünkü hali. Bu hali düzeltmek, izzetli bir toplum olmak Charlie Hebdo vblerin bugün ve gelecekte yapacakları tüm saldırılar için en büyük savunmadır.
Kur’an’ı kerimde adeta bugünkü duruma işaret eden müthiş ayet ile bitirecek olursak: “Rabbimiz, Küfretmekte Olanlar İçin Bizi Fitne Kılma, Bizi Bağışla Rabbimiz” (Yunus Suresi, 85) Yani onların alayları için, onların zulümlerine sebep olmaktan bizi koru. Bizlere akıl fikir ver, yeryüzünü bayındır kılması için halife kıldığın kullarını vahyin aydınlığını ile aydınlat. Amin!